Korfezci
New member
Bir Zamanlar YÖK’ün İlk Başkanı ve Sessiz Bir Devrim
Selam dostlar, bu akşam sizlere uzun zamandır içimde taşıdığım bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Belki bir tarih kitabında bir dipnot olarak geçer, belki bir iki cümlenin arasında kaybolur ama ben onu kalbimde hep bir yolculuk, bir insan hikâyesi olarak taşıdım. YÖK’ün, yani Yükseköğretim Kurulu’nun ilk başkanı olan İhsan Doğramacı’nın hikâyesi bu... Ama bu sadece bir “ilk başkan” hikâyesi değil; bu, insanın inançla, stratejiyle, sevgiyle ve bazen yalnızlıkla ördüğü bir yolun hikâyesi.
Bir Forumdaşın Paylaşımı: “Bir Hikâyem Var, Dinler misiniz?”
Bazen hayatın içinde öyle karakterler çıkar ki, kimse onların yükünü tam olarak anlayamaz. Bir karar alırlar, binlerce insanın geleceğini değiştirirler, ama gecenin sessizliğinde kendi kalpleriyle baş başa kalırlar. İşte Doğramacı da öyle bir adamdı.
Hikâyemizde iki karakter var: biri Ali, diğeri Elif. Ali, her şeye mantıkla yaklaşan, çözüm odaklı, planlı bir mühendis. Elif ise duygularıyla düşünen, insan ilişkilerinde incelikli, her detayı kalbiyle hisseden bir psikolog. İkisi de üniversitede görevli; YÖK’ün kuruluş sürecinin tartışıldığı o yıllarda, fakültedeki odalarında gece yarılarına kadar süren hararetli tartışmalarda buluşurlar.
Ali der ki:
> “Bir sistem kurmak gerek Elif. Türkiye’de yükseköğretim darmadağınık. Herkes kendi başına, kimse birbiriyle bağlantılı değil. YÖK bu dağınıklığı toparlayacak.”
Elif’in sesi yumuşaktır, ama içinde derin bir sorgulama vardır:
> “Ali, sistem kurmak güzel de… İnsan ruhunu nereye koyacağız? Her öğrenci bir rakam değil ki, bir hikâye… Bir düzenin içinde kaybolan o hikâyeleri kim kurtaracak?”
O gece boyunca konuşurlar, tartışırlar. Biri stratejiyi savunur, diğeri insanı. Ama sabah olduğunda ikisi de aynı pencereden güneşe bakarken, Doğramacı’nın fotoğrafını görürler duvarda. Altında bir cümle vardır:
> “Bilim, düzen ister. Ama insan, vicdanla yaşar.”
İhsan Doğramacı: Bir Mühendis Aklı ve Bir Anne Şefkati
İhsan Doğramacı, 1915 yılında doğmuştu. Tıp eğitimi almış, yıllarca çocuk hekimliği yapmıştı. Onu sadece bir bürokrat ya da yönetici olarak görmek haksızlık olurdu; o, aslında bir doktorun sabrına, bir annenin şefkatine ve bir mühendisin planlama yeteneğine sahipti.
YÖK’ün ilk başkanı olduğunda, kimse bu kadar büyük bir dönüşümün kolay olmayacağını inkâr etmiyordu. Üniversiteler özgürlük istiyordu, hükümet düzen. Ve bu iki uç arasında Doğramacı, bir köprü kurmaya çalıştı.
Ali o dönemi anlatırken şöyle derdi:
> “Doğramacı’nın gözleri hep hesap yapar gibiydi. Ama konuştuğunda bir babanın ses tonuyla konuşurdu. ‘Evlat,’ derdi, ‘sistem kurmak, insanı unutmamakla mümkündür.’”
Elif ise onu ilk kez bir toplantıda gördüğünde içinden şöyle geçmişti:
> “Bir adam, bu kadar soğukkanlı görünürken nasıl bu kadar sıcak konuşabilir?”
İhsan Doğramacı’nın vizyonu Türkiye’de yükseköğretimi yeniden şekillendirdi. Herkes onun kararlarını tartıştı, ama kimse onun emeğini inkâr edemedi.
Farklı Yollar, Aynı Amaç: Ali ve Elif’in Dönüm Noktası
Bir gün fakültede büyük bir toplantı düzenlenir. YÖK sisteminin uygulanmaya başlaması tartışılacaktır. Ali heyecanlıdır, elinde raporlar, tablolar… Her şey hazırdır. Elif ise gözlemci bir sessizlik içindedir.
Toplantı boyunca hararetli konuşmalar yapılır. Bazıları YÖK’ü özgürlüklerin kısıtlanması olarak görür, bazıları ise bir düzen umudu.
Toplantı bittiğinde Elif, Ali’ye döner:
> “Belki senin sistemin kazanacak, Ali. Ama ben inanıyorum, bir gün insanın sesi o sistemin içinden yankılanacak.”
Yıllar geçer… Elif kendi öğrencilerini yetiştirirken, Ali rektörlük görevine kadar yükselir. Arada bir mektuplaşırlar. Bir mektubunda Elif şöyle yazar:
> “Biliyor musun Ali, Doğramacı’nın YÖK’ü hâlâ tartışılıyor. Ama ben onun kalbini anladım. O bir sistemi değil, bir geleceği kurmak istemişti.”
Ali o satırları okurken içinden geçer:
> “Belki haklısın Elif. Biz bazen düzeni o kadar çok severiz ki, insanı unuturuz.”
Bir Anı, Bir Nefes, Bir Teşekkür
Yıllar sonra, Doğramacı’nın vefat ettiği gün, Elif ile Ali yeniden karşılaşır. Artık saçları ağarmış, gözleri yorgundur. Üniversitenin bahçesinde sessizce yan yana dururlar.
Elif elini kalbine koyar:
> “Belki eleştirildi, belki yanlış anlaşıldı ama ben biliyorum, o bir ışık yaktı. O ışıkla binlerce genç yolunu buldu.”
Ali başını eğer:
> “Ve biz o ışığı çoğaltamadık belki. Ama unutmamalıyız, her sistemin arkasında bir kalp varsa, o sistem yaşar.”
O an, gökyüzünden hafif bir yağmur başlar. İkisi de gülümser. Belki de Doğramacı’nın ruhu o yağmurla birlikte, çocukluğunda tedavi ettiği yüzlerce çocuğun duasında, üniversite sıralarında oturan gençlerin gözlerinde bir huzura kavuşmuştur.
Son Söz: Bir Forumda, Bir Hatırada Yaşayan Hikâye
Dostlar, bu hikâyeyi yazarken aslında hepimizi düşündüm.
Hayatta bazen Ali gibi düşünürüz: çözüm, düzen, plan.
Bazen Elif gibi hissederiz: empati, duygu, insan.
Ama belki de en güzel denge, İhsan Doğramacı’nın bize öğrettiği gibi, “akıl ve vicdanın el ele vermesinde” saklıdır.
Bir sistem kurmak kadar, bir kalbe dokunmak da önemlidir.
Ve belki de bu yüzden, onun hikâyesi sadece bir yönetim reformu değil; bir insanın kendi ülkesine olan sevgisinin hikâyesidir.
Ne dersiniz forumdaşlar, sizce bir ülkenin geleceği akılla mı kurulur, yoksa kalple mi?
Hadi, siz de yazın düşüncelerinizi… Çünkü bazen en güzel tarih, bir forumda, bir yürekle başlar.
Selam dostlar, bu akşam sizlere uzun zamandır içimde taşıdığım bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Belki bir tarih kitabında bir dipnot olarak geçer, belki bir iki cümlenin arasında kaybolur ama ben onu kalbimde hep bir yolculuk, bir insan hikâyesi olarak taşıdım. YÖK’ün, yani Yükseköğretim Kurulu’nun ilk başkanı olan İhsan Doğramacı’nın hikâyesi bu... Ama bu sadece bir “ilk başkan” hikâyesi değil; bu, insanın inançla, stratejiyle, sevgiyle ve bazen yalnızlıkla ördüğü bir yolun hikâyesi.
Bir Forumdaşın Paylaşımı: “Bir Hikâyem Var, Dinler misiniz?”
Bazen hayatın içinde öyle karakterler çıkar ki, kimse onların yükünü tam olarak anlayamaz. Bir karar alırlar, binlerce insanın geleceğini değiştirirler, ama gecenin sessizliğinde kendi kalpleriyle baş başa kalırlar. İşte Doğramacı da öyle bir adamdı.
Hikâyemizde iki karakter var: biri Ali, diğeri Elif. Ali, her şeye mantıkla yaklaşan, çözüm odaklı, planlı bir mühendis. Elif ise duygularıyla düşünen, insan ilişkilerinde incelikli, her detayı kalbiyle hisseden bir psikolog. İkisi de üniversitede görevli; YÖK’ün kuruluş sürecinin tartışıldığı o yıllarda, fakültedeki odalarında gece yarılarına kadar süren hararetli tartışmalarda buluşurlar.
Ali der ki:
> “Bir sistem kurmak gerek Elif. Türkiye’de yükseköğretim darmadağınık. Herkes kendi başına, kimse birbiriyle bağlantılı değil. YÖK bu dağınıklığı toparlayacak.”
Elif’in sesi yumuşaktır, ama içinde derin bir sorgulama vardır:
> “Ali, sistem kurmak güzel de… İnsan ruhunu nereye koyacağız? Her öğrenci bir rakam değil ki, bir hikâye… Bir düzenin içinde kaybolan o hikâyeleri kim kurtaracak?”
O gece boyunca konuşurlar, tartışırlar. Biri stratejiyi savunur, diğeri insanı. Ama sabah olduğunda ikisi de aynı pencereden güneşe bakarken, Doğramacı’nın fotoğrafını görürler duvarda. Altında bir cümle vardır:
> “Bilim, düzen ister. Ama insan, vicdanla yaşar.”
İhsan Doğramacı: Bir Mühendis Aklı ve Bir Anne Şefkati
İhsan Doğramacı, 1915 yılında doğmuştu. Tıp eğitimi almış, yıllarca çocuk hekimliği yapmıştı. Onu sadece bir bürokrat ya da yönetici olarak görmek haksızlık olurdu; o, aslında bir doktorun sabrına, bir annenin şefkatine ve bir mühendisin planlama yeteneğine sahipti.
YÖK’ün ilk başkanı olduğunda, kimse bu kadar büyük bir dönüşümün kolay olmayacağını inkâr etmiyordu. Üniversiteler özgürlük istiyordu, hükümet düzen. Ve bu iki uç arasında Doğramacı, bir köprü kurmaya çalıştı.
Ali o dönemi anlatırken şöyle derdi:
> “Doğramacı’nın gözleri hep hesap yapar gibiydi. Ama konuştuğunda bir babanın ses tonuyla konuşurdu. ‘Evlat,’ derdi, ‘sistem kurmak, insanı unutmamakla mümkündür.’”
Elif ise onu ilk kez bir toplantıda gördüğünde içinden şöyle geçmişti:
> “Bir adam, bu kadar soğukkanlı görünürken nasıl bu kadar sıcak konuşabilir?”
İhsan Doğramacı’nın vizyonu Türkiye’de yükseköğretimi yeniden şekillendirdi. Herkes onun kararlarını tartıştı, ama kimse onun emeğini inkâr edemedi.
Farklı Yollar, Aynı Amaç: Ali ve Elif’in Dönüm Noktası
Bir gün fakültede büyük bir toplantı düzenlenir. YÖK sisteminin uygulanmaya başlaması tartışılacaktır. Ali heyecanlıdır, elinde raporlar, tablolar… Her şey hazırdır. Elif ise gözlemci bir sessizlik içindedir.
Toplantı boyunca hararetli konuşmalar yapılır. Bazıları YÖK’ü özgürlüklerin kısıtlanması olarak görür, bazıları ise bir düzen umudu.
Toplantı bittiğinde Elif, Ali’ye döner:
> “Belki senin sistemin kazanacak, Ali. Ama ben inanıyorum, bir gün insanın sesi o sistemin içinden yankılanacak.”
Yıllar geçer… Elif kendi öğrencilerini yetiştirirken, Ali rektörlük görevine kadar yükselir. Arada bir mektuplaşırlar. Bir mektubunda Elif şöyle yazar:
> “Biliyor musun Ali, Doğramacı’nın YÖK’ü hâlâ tartışılıyor. Ama ben onun kalbini anladım. O bir sistemi değil, bir geleceği kurmak istemişti.”
Ali o satırları okurken içinden geçer:
> “Belki haklısın Elif. Biz bazen düzeni o kadar çok severiz ki, insanı unuturuz.”
Bir Anı, Bir Nefes, Bir Teşekkür
Yıllar sonra, Doğramacı’nın vefat ettiği gün, Elif ile Ali yeniden karşılaşır. Artık saçları ağarmış, gözleri yorgundur. Üniversitenin bahçesinde sessizce yan yana dururlar.
Elif elini kalbine koyar:
> “Belki eleştirildi, belki yanlış anlaşıldı ama ben biliyorum, o bir ışık yaktı. O ışıkla binlerce genç yolunu buldu.”
Ali başını eğer:
> “Ve biz o ışığı çoğaltamadık belki. Ama unutmamalıyız, her sistemin arkasında bir kalp varsa, o sistem yaşar.”
O an, gökyüzünden hafif bir yağmur başlar. İkisi de gülümser. Belki de Doğramacı’nın ruhu o yağmurla birlikte, çocukluğunda tedavi ettiği yüzlerce çocuğun duasında, üniversite sıralarında oturan gençlerin gözlerinde bir huzura kavuşmuştur.
Son Söz: Bir Forumda, Bir Hatırada Yaşayan Hikâye
Dostlar, bu hikâyeyi yazarken aslında hepimizi düşündüm.
Hayatta bazen Ali gibi düşünürüz: çözüm, düzen, plan.
Bazen Elif gibi hissederiz: empati, duygu, insan.
Ama belki de en güzel denge, İhsan Doğramacı’nın bize öğrettiği gibi, “akıl ve vicdanın el ele vermesinde” saklıdır.
Bir sistem kurmak kadar, bir kalbe dokunmak da önemlidir.
Ve belki de bu yüzden, onun hikâyesi sadece bir yönetim reformu değil; bir insanın kendi ülkesine olan sevgisinin hikâyesidir.
Ne dersiniz forumdaşlar, sizce bir ülkenin geleceği akılla mı kurulur, yoksa kalple mi?
Hadi, siz de yazın düşüncelerinizi… Çünkü bazen en güzel tarih, bir forumda, bir yürekle başlar.